2023 Pritzker Ödüllü Mimar, Sir David Chipperfield

Uluslararası mimarlık alanında en prestijli ödül olarak kabul edilen Pritzker Mimarlık Ödülü'nün 52. kazananı İngiliz mimar Sir David Chipperfield oldu. Chipperfield, 40 yılı aşkın bir süredir yaptığı çalışmalarla iklim koşullarıyla başa çıkan, sosyal ilişkileri dönüştüren ve şehirleri yeniden canlandıran zamansız tasarımlarıyla ödüle layık görüldü.

Blog 2023-10-06 12:02:49

“Her ne kadar hepimiz çağımızın insanı olsak da, sanırım mümkün olduğu kadar zamanın ötesinde bir mimari inşa etmeye çalışıyorum.”

                                                                                                                         David Chipperfield

 

Uluslararası mimarlık alanında en prestijli ödül olarak kabul edilen Pritzker Mimarlık Ödülü'nün 52. kazananı İngiliz mimar Sir David Chipperfield oldu. Chipperfield, 40 yılı aşkın bir süredir yaptığı çalışmalarla iklim koşullarıyla başa çıkan, sosyal ilişkileri dönüştüren ve şehirleri yeniden canlandıran zamansız tasarımlarıyla ödüle layık görüldü. Chipperfield’ın "abartısız ama dönüştürücü" çalışmaları; trendlerden uzak, özgün sivil mimarlık anlayışıyla övgü topladı. Mayıs ayında, Atina’da düzenlenen bir törenle kendisine takdim edilen ödülü Chipperfield, kısa bir açıklama ile teşekkür ederek kutladı:

"Bu zamana kadar bu mesleğe ilham vermiş ve bu ödülü kazanmış mimarların arasına dahil olduğum için çok mutluyum. Motivasyonumu, mimari tasarımın kendisine değil, iklim değişikliği ve toplumsal eşitsizliğin zorlukları için verebileceğim katkılar dahilinde yönlendirdim. Biz mimarlar olarak, güzel bir dünya tasarlamaktan ziyade, adil ve sürdürülebilir bir dünya yaratma amacı içinde de önemli bir role sahip olabileceğimizin bilincindeyiz. Bu zorluklarla savaşmalı, gelecek için umut ve cesaret aşılamalıyız.”

Eğitimi ve Kariyer Yolculuğu

İngiliz mimar Sir David Chipperfield, 1953 yılında Londra'da doğdu. İngiltere'nin güneybatısındaki bir çiftlikte büyüyen Chipperfield’ın mimarlıkla ilgili ilk güçlü izlenimlerini, çocukluğunda yaşadıkları şekillendirmiştir. 

1976'da Kingston School of Art'tan ve 1980'de Londra'daki Architectural Association School of Architecture'dan mezun olduktan sonra; (1999 Pritzker Ödülü sahibi) Norman Foster ve (2007 Pritzker Ödülü sahibi) Richard Rogers gibi deneyimli isimlerin yanında çalışarak profesyonel yaşamına adım attı. 1985'te Londra'da David Chipperfield Architects'i kurduktan sonra; Tokyo, Milano, Berlin ve Şangay’da da stüdyolarını açarak, tasarım ağını genişletti. Seksenli yıllarda iç mekan tasarımı konusunda da projelere imza atarak, üretim çeşitliğini artırdı.

Chipperfield, günümüzde evrensel anlamda çağımızın seçkin ve yıldız mimarlarından biri olarak kabul ediliyor. Özgün tasarım anlayışı; mekanın işlevine ve projenin kendine özgü gereksinimlerine odaklanarak geçirilen kaliteli ve verimli bir tasarım sürecinin en iyi sonucu ortaya çıkarabileceği düşüncesine dayanır. Öncelikle müşterileriyle yakın işbirliği içinde çalışarak, projenin potansiyel başlangıç noktalarını ve sorunlarını analiz eder. Güçlü bir proje bağlamı ortaya koymak adına araştırmalarını sürdürür ve gereksiz karmaşadan kaçınarak yalın bir konsept oluşturur.

31 yaşında Londra’da kendi mimarlık ofisini açan Chipperfield, konut projelerinden kamusal yapılara, küçük ölçekli projelerden kompleks yapılara kadar birbirinden farklı tipte projeler geliştirerek mesleki deneyim kazandı. Bu çeşitlilikteki yapı tasarımlarını ancak sağlam bir ekip anlayışıyla çözebileceğine inanıyordu. Bu yüzden sürekli güncel kalmayı, uluslararası ve interdisipliner bir ekiple işbirliği içinde çalışmayı çok önemsiyordu. Tüm mesleki hayatı boyunca devam eden bu tutumu, ona güncel ve evrensel kalma konusunda bir avantaj sağladı. Hacim, form ve mekan arasındaki ilişkileri aktarmanın en iyi yolu olarak; model, eskiz, diyagram veya çizimler gibi çeşitli sunum yöntemlerinden faydalanmayı ilke edinen Chipperfield ve ekibi; aynı zamanda tasarım felsefesi, mimarlık tarihi ve inşaat teknolojileri gibi teorik konularda da sürekli olarak bir öğrenme, tartışma ve paylaşarak pekiştirme alışkanlığına sahiptir.

Tasarım Çizgisi

Chipperfield’ın çizgisini genel olarak modern ve minimal olarak tanımlayabiliriz. Mimarın amaçlarından birinin de, güncel yaşam deneyimini biraz da olsa yükseltmeye yardımcı olmak olduğunu düşünür. İnsanların duygularına hitap eden bir pencere tasarlamak, bir otel odasındaki makyaj aynasının doğru konumlandığından emin olmak ya da kamusal yapıları alışılagelen monotonluğundan az da olsa kurtarmak gibi… Chipperfield’a göre yapı, içinde olduğu çevreye karşı ahlaki sorumluluklar taşımalıdır. Alınan kararların tutarlılığı ve projenin çevresi ile uyumluluğu onun için oldukça önemlidir. Mekanın tarihine ve hafızasına uygun, zamansız, yalın ve çevresel faktörlerle iç içe geçmiş bir tasarımın, kullanıcı deneyimini iyileştirdiğine inanır.

David Chipperfield’ın İlgi Gören Projeleri

Toyota Auto - Kyoto, Japonya

90’lı yılların başında Kyoto’da tamamlanan Toyota Auto Binası, içlerinde Chiba'daki Gotoh Müzesi ve Okayama'daki Matsumoto Corporation Genel Merkezi’nin de olduğu, Japonya’daki üç projeden biridir. Kyoto'nun Sakyo bölgesindeki yapı, kentin ortaçağdan kalma pasajlı, avlulu labirentlerinden ve onu çevreleyen gözalıcı tepelerden esinlenmiştir. Otomobil galerisi, restoran, ofisler ve eğlence için bir çatı katı da dahil olmak üzere farklı fonksiyonları barındırır.

Çevresinde bulunan iki komşu evi ve yerel yönetmelikleri de göz önünde bulundurarak, maksimum yükseklik 10 metre ile sınırlandırılmış. Bu uzun yapının ana fonksiyonlarını oluşturan kütlesi, boylu boyunca uzanan bir koridoru örten beton bir duvarla çevrelenmiş ve bu sayede hem iç mekanlar hem de çekirdek gizlenmiştir. Beton yüzeylerin hareketliliği ve açıklıklar, malzemenin tekdüzeliğini kırarak cepheye canlılık kazandırır. Anıtsal bir soyutlamayı andıran çatı katındaki kütle, dairesel kesitli kolonları ve antrasit boyası sayesinde, beton cephenin brütalist etkisi ile kontrast oluşturur.

River & Rowing Museum - Oxfordshire, İngiltere 

97 yılında tamamlanan River and Rowing Museum Henley-on-Thames yapısı, Thames Nehri’nin güney kıyısında yer alır. Oxfordshire’ın geleneksel yapılarından ilhamla tasarlanan konsept, hem yerel hem de modern mimariden izler taşır. Müze kürek sporunun tarihini belgelemenin yanında, Thames Nehri’nin ve içinde bulunduğu Henley kasabasının tarihini belgeleme görevini de üstlenir. Zaman zaman taşan nehre karşı önlem olarak beton sütunlar üzerinde yerden yükselen müze, iki bölümden oluşur: genel kullanıma hitap eden şeffaf ve açık bir zemin kat ve yalnızca çatı pencereleri ile aydınlatılan birinci kat galerileri. Teknelerin sergilendiği her galeri, teknenin doğrudan içeri alınmasına yetecek genişlikte açıklığın oluşacağı şekilde tasarlanmıştır. Üst katları tamamen kaplayan yeşil meşe kerestesi, yaşlandıkça sertleşen ve yapıya nefes aldıran organik yapısı ile binayı yerel mimari ile daha da uyumlu hale getirir.

America's Cup Binası 'Veles e Vents' - Valensiya, İspanya

Chipperfield’ın dikkat çekici bir diğer projesi ise, İspanya Valensiya'da 150 yılı aşkın süredir ilk kez Avrupa'da düzenlenen offshore yarışmasının odağı haline gelen yapıdır. America's Cup için tasarlanacak yapı için 2006 yılında düzenlenen yarışmayı kazanan Chipperfield, takımların merkezi üssü olarak hizmet verecek ve aynı zamanda halkın yarışı da görebileceği projenin tasarımını böylece üstlendi. Dört kattan oluşan betonarme binanın halka açık seyirci platformu, bütün kanala hakimdir. Üst üste dizilen bembeyaz yatay düzlemler arasında yer alan şeffaf cephe sayesinde, tüm yapı boyunca kesintisiz bir deniz manzarası izlenebilir. Binanın zemin katında VIP alanları ve restoranlar vardır. Binada sadece birkaç malzeme kullanılmıştır. Beyaz boyalı çelik kaplama, beton yapının sınırlarını belirginleştirirken; tavan, lineer sıva altı aydınlatma sistemlerini barındıran beyaz metal panellerle kaplıdır. Dış mekanlarda zeminler masif ahşap ile kaplanırken, iç mekanda beyaz renk epoksi tercih edilmiştir. Basit, parlak renklerdeki mobilyalar yapının baskın beyazlığını dengeler ve bina içindeki farklı bölgeleri ayrıştırır. Bu sadelik içindeki güçlü bağlam, yapıya denizden bakıldığında yaşayan bir heykel gibi görünümü kazandırır.

Neues Museum - Berlin, Almanya

2009 yılında tamamlanan Berlin’deki Neues Museum, Chipperfield’in en önemli eserlerinden biridir. En iyi müze dahil birden çok ödül alan yapı, aslında Friedrich August Stüler tarafından 1841-1859 yılları arasında inşa edildi. İkinci dünya savaşı sırasında zarar gördükten sonra yaklaşık 50 yıl onarım bekleyen yapı için restorasyon kararı alındı. Chipperfield’ın tasarım anlayışına göre bu yenileme projesinde, ne tam orjinaline sadık kalınarak bir restorasyon yapılmalı ne de yalnızca kontrast ve çağdaş bir tasarım dili kullanılmalıydı. Tüm yapı kalıntıları itinayla restore edildikten sonra, bütüncül bir uyum içerisinde çağdaş eklentiler yaparak projeyi tamamladı. Yapı kütlesinin büyüklüğüne sadık kalınan projede, kaybedilen yapıyı taklit etmeden günümüze taşıyarak anısını yaşatmayı ustalıkla başarmıştır.

Adalet Sarayı - Barcelona, İspanya

2011 yılında tamamlanan ‘Ciutat de la Justicia Barcelona’ projesi, L’hospitalet de Llobregat hükümetinin hukuk departmanı için tasarlandı. Tek bir kütle yerine proje alanına yayılan sekiz ayrı, ancak birbirleriyle ilişkili yapıyı barındıran bir kompleks olarak düşünüldü. Bu sekiz ayrı bloğun tasarımları; blokların konumu ve ölçeğine bağlı olarak hafif değişiklikler gösterse de, aynı tasarım dili kullanılarak inşa edilmiştir. Hiçbiri birbirine paralel olarak konumlanmayan blokların arasındaki kamusal alan, güçlü bir peyzaj anlayışı ile şekillenmiştir. Bir hukuk yapısına göre blokların bu kuralsız yerleşimi aykırı bir tutum gibi görünse de, aslında her bloğun kendi çevresi ile uyum içerisinde yerleştirilmesi ilkesine dayanır. Çevreyle bütünleşik hareket etmek, David Chipperfield için her zaman önemli bir faktördür. Bu nedenle, ne tür bir yapı olursa olsun, onu işlevsel hale getirirken naiflikle yaklaşır. Bu tutumu, ‘Ciutat de la Justicia Barcelona’ projesinde de açıkça hissedilir.

Kraliyet Sanat Akademisi Master Planı - Londra,İngiltere

2018 yılına gelindiğinde sektörel anlamda birçok farklı yapıya imza atmış olan David Chipperfield, Kraliyet Sanat Akademisi’nin 250. Yıldönümünü kutlamak için gerçekleştirilen, Kraliyet Sanat Akademisi Master Planı Yenileme Projesi’ni de portfolyosuna ekledi. 1768 yılında kurulmuş ve İngiltere'nin en eski sanat kurumlarından biri olan Royal Academy of Arts (RA), Londra'nın Piccadilly'deki Burlington House'da yer alıyor.

Akademi’nin 1998 yılında, 19. yüzyıldan kalma bir komşu binayı satın alması üzerine gündeme gelen bu proje; iki yapıyı birleştirir. Akademi bünyesine yeni eklenen bu tarihi yapı için, yeni bir program geliştirilerek komplekse bütünlük kazandırılmıştır. Mevcut yapılara modern unsurlar eklenmiş; Burlington Gardens,  restore edilen büyük giriş merdivenine bağlanarak yeni bir kamusal rota oluşturulmuştur. Tarihi amfi tiyatro modern bir şekilde restore edilmiş, laboratuvarlar sanat galerilerine dönüştürülmüş ve eski kütüphane artık ‘Koleksiyonlar Galerisi’ olarak hizmet vermeye başlamıştır. Proje, 80 Kraliyet Akademisyeni ile yakın işbirliği içinde geliştirilmiştir. 2018 yılında kullanıma açılan proje, RA'nın kimliğini ve bütünlüğünü merkeze alırken, kamusal deneyimi ve etkileşimi de geliştirmiştir.

Çok Yönlü Bir Tasarımcı Olarak Chipperfield

David Chipperfield; mimari tasarımda kazandığı başarının yanında, farklı malzemeler kullanarak gerçekleştirdiği ürün tasarımlarında da, aynı çizgiyi ve kaliteyi yakalamayı başarmıştır. Masa, sandalye, koltuk, bank, kitaplık, aydınlatma, halı, ve birbirinden farklı tipte obje tasarımlarında da yalın tasarım çizgisini sürdürmüştür.

Modernizmin sade ve zarif yorumcusu David Chipperfield, birçok ödülle kendini kanıtlamış, kendine has üslubuyla gelecek nesillere ilham olacak projelere imza atmış, dünyaca tanınan ve sevilen usta bir mimardır. Başarılı mesleki geçmişine Pritzker 2023 ödülünü de ekleyen mimar Sir David Chipperfield'ın ismini, önümüzdeki yıllarda  da yeni projeleri ile duymayı heyecanla bekliyoruz…

Diğer İlhamlar